Ana fikir: Kitaplar bizi başka diyarlara götürür, birbirinden farklı insanların duygularını anlamamızı sağlar. Ancak Neil Gaiman’a göre, bir de özel kitaplar vardır; bize karanlık yanlarımızı benimsetirler ve böylelikle daha bütünlüklü bir benliğe sahip olmamıza yardımcı olurlar.
Maria Popova’nın “Genç Okuyucuya Mektuplar” adlı derlemesinde, yazar Neil Gaiman’ın çok sevdiğim bir mektubu bulunur. Şöyle seslenir Gaiman:
Sevgili okuyucu,
Bir yazar bütün dünyayı sığdırabilir bir kitabın içine. Gerçekten. Oraya gidebilirsin. Oradayken bir şeyler öğrenebilirsin. Oradan öğrendiklerini yaşadığın dünyaya geri getirebilirsin.
Bir başka insanın gözlerinden bakabilir, düşüncelerini düşünebilir, umursadıklarını umursayabilirsin.
Uçabilirsin. Yıldızlar arasında gezebilirsin. Bir canavar, bir büyücü veya bir tanrı olabilirsin. Bir kız olabilirsin. Bir oğlan olabilirsin. Kitaplar sonsuz olasılığı serer önüne. Tek yapman gereken ilk sayfayı okuyacak kadar ilgi göstermektir…
Bir yerlerde, sadece senin için yazılmış bir kitap var. Eldivenin eline uyduğu gibi uyuyor bu kitap zihnine. Seni bekliyor.
Git ve bul onu.
Neil Gaiman
Gaiman’ın bahsettiği bu özel kitaplar bizi farklı dünyalara götürmekle kalmaz, kendimizle karşılaşmamızı da sağlar. Alain de Botton’ın deyimiyle, onları okuduktan sonra daha az yalnız, daha az izole edilmiş, daha az tuhaf hissederiz. Çünkü karanlık tarafımızla tanışır, onun düşmanımız olmadığını öğreniriz.
Cemal Süreya, hayatını şöyle özetler: “1931 yılında doğdum. 1937 yılında annem öldü. 1944 yılında Dostoyevski'yi okudum. O gün bugün huzurum yoktur.” Demek ki, Dostoyevski’nin romanları eldivenin eline uyması gibi uymuştur şairin karanlık zihnine. Artık daha huzursuz biridir belki; ama benliği daha yoğun, varlığı daha sağlam, kendiliği daha samimidir.
Cemal Süreya ilk defa Dostoyevski ile karşılaştığında ilkokul üçüncü sınıfa gidiyordu.
Gölgemizle karşılaştığımızda, istenmeyen bir misafirmiş gibi davranırız ona. Köşede bekletir, varlığını unutmak isteriz. Ama okudukça, karanlık yanımızın ardındaki nedenleri anlar, ona haksızlık ettiğimizi görürüz. Yeni bir gözle bakarız bu sefer; gölgemiz, ihmal ettiğimiz çocuğu- muzdur sanki. Ne etkileyici bir mısradır bu: karanlık, artık hurda bir eşya gibi; en güzel yerinde durur evin.
Gururlu ve inatçı olmamız bir şeyi değiştirmez; o kitapların ilk sayfasını açtıktan sonra kendimizi bırakır; yazar bizi nereye götürürse oraya gider, kim olmamızı isterse o oluruz. Cohen’in platonik ve ilahi aşk arasında bir vadide yazdığı kutsal satırları, yazarlar için de söyleyebiliriz:
Nereye götürüyorsa gideceksin körlemesine,
Çünkü zihniyle dokundu senin çıplak bedenine.
Orada bir yerlerde, bizim için yazılmış, eldivenin elimize uyduğu gibi zihnimize uyan bir kitap bulunuyor. Gidelim, bulalım onu.
Hayatımızın her mevsiminde. Yine.
1940 bombardımanında Londra’daki Holland House Kütüphanesi’nde
kitap arayan okuyucular.