Ana fikir: Dün Xiaomi Türkiye'nin Youtube kanalında izlediğim Anılar Müzesi’nden sonra aklıma gelenler: Belleğimiz zaman karşısında aciz kalıyor. Dün hatırlamak ve hatırlanmak için duvarları çiziyor, çocuklarımıza ve torunlarımıza kalacak portreler yaptırıyorken, bugün binlerce fotoğraf ve videoyu telefonlarımıza sığdırabiliyor, ardımızda geniş bir dijital anılar müzesi bırakarak unutulmama şansımızı artırıyoruz.
Romalı tarihçi Yaşlı Plinius, resim sanatının, birbirine aşık, genç bir çiftin ayrılığı sırasında başladığını iddia eder.
Sevgilisini unutmaktan korkan kadın, eline aldığı yanmış bir sopanın ucuyla sevdiği adamın duvara yansıyan gölgesini çizer.
Gerçek veya efsane olsun, Alain de Botton’a göre bu, sanatın asli görevlerinden birini hatırlatır:
“Sanat, sevdiklerimiz gittiğinde onlara tutunmamızı sağlar.”
Geçtiğimiz yüzyıla kadar, unutulmak istemeyen insanlar sanatçılara muhtaçtı. Yeterince parası olanlar, kendilerinin ve sevdiklerinin portrelerini yaptırıyorlardı.
Orta çağ portrelerine baktığımızda somurtmuş yüzler görür, acaba insanlar eskiden daha mı mutsuzdu diye düşünmeden edemeyiz.
Bazı sanat tarihçilerine göre, saatlerce gülümsemek zor olduğu için insanlar somurtarak poz vermişti.
Ancak bugün yaygın olarak kabul gören yanıt daha makuldür: tek poz hakkının olması.
Yaşamlarından geriye muhtemelen sadece bir portreleri kalacağı için, insanlar bu portrede bütün erdemlerini sergilemek istiyorlardı. Ciddiyet ve olgunluk bu erdemlerdenken, aşırıya kaçan gülümseme günahın ve deliliğin simgesiydi.
Bizden geriye tek bir fotoğraf kalacak olsaydı, nasıl hatırlanmak isterdik?
Fotoğraf makinesinin icat edildiği ilk yıllarda da insanlar gülümsemeden poz vermeye devam ettiler.
Ama kullanımı yaygınlaştıkça, gülümsemeler de yaygınlaştı. 1900 ile 2010 yılları arasındaki okul yıllıklarındaki fotoğrafları karşılaştıran araştırmacılar, ortalama olarak şöyle bir görüntüyle karşılaştılar:
Bugün yüz binlerce fotoğraf ve videoyu çeken ve barındıran telefonlarımız var. Biz de hunharca kullanıyoruz bu kapasitelerini.
Oburluğumuz, basit ama acımasız bir gerçekten kaynaklanıyor: zamanın akışı karşısında hafızamız aciz kalıyor. Unutuyoruz.
Anılarımız giderek silikleşmiyor mu zihnimizde? Ayrıntılar kaybolmuyor mu? Zihnimiz eğip bükmüyor mu gerçekleri?
Yıllar geçtikçe en değerli anılarımızdan bile şüpheye düştüğümüz için suçluluk duymuyor muyuz?
George Orwell. “İnsan, kendi belleği dışında hiçbir kayıt olmayınca en belirgin gerçeği bile nasıl kanıtlayabilir ki?” diye sorar 1984 adlı romanında.
2013 Roger Waters konserinde dostumla üzerimize Pink Floyd’un kocaman ikonik domuz balonu düşmüştü. Sürreal bir rüya sanabilirdim fotoğrafı olmasaydı.
Vefatından önce anneannemle fış fış kayıkçı söyleyerek birbirimizi itip çektiğimiz bir videoyu buldum geçenlerde. Bu güzel anıyı belki bir daha hatırlamayacaktım bile.
Umursamadığımdan değil, anımsamamı sağlayan nöron köprüleri zamanla yıkılmaya yazgılı diye.
Ama bu yazgımızı bilim ve teknolojiyle değiştiriyoruz.
Dün, unutmamak için sevgilisinin gölgesini çiziyordu kadın. Bugün çoktan vefat etmiş insanların seslerini duyabiliyor, görüntülerini izleyebiliyoruz.
Kim bilir, belki de bilim insanları gelecekte kokuyu ve dokunmayı da ekleyecek bunlara.
Eğer asıl ölüm unutulmaksa, o zaman kimse tamamen ölmeyecek belki de.
Xiaomi Türkiye'nin Anılar Müzesi videosu:
1. 2013 Roger Waters konseri domuz balonu
2. Giyilebilir teknoloji: Anneannem baskılı tişört
3. Eşimin en sevdiğim fotoğrafı - O zaman tanışmıyorduk bile.
Comments