Hatırlayabildiğim en eski anımda, annem ve babamın odasında uyanıyorum. Güneş ışıkları dolduruyor odayı. Geceyi hastalıkla geçirdiğim için bu kadar sağlıklı uyandığıma şaşırıyorum. Annem yok yanımda. Merak edip kalkıyorum. Yatağın köşesinde üzerinde açık yeşil büyük A harfi olan beyaz bir ilaç kutusu var. Endişeyle mutfağa doğru ilerliyorum. Neyse ki annem orada, beni kucaklıyor.
Bu anının gerçekleştiğine eminim. Ama şöyle bir tuhaflığı var; bazı sahnelerde çevreyi kendi gözlerimle değil, dışarıdan, izometrik bir şekilde görüyorum. Yani kendimi de dışarıdan görüyorum. Oysa ben hiç böyle bir şey deneyimlemedim ki.
Geçenlerde Oliver Sacks'ın "Bilinç Nehri'"ni okurken benzer bir olayla karşılaştım. Sacks, seneler önce yazdığı Tungsten Dayı kitabında, çocukluğunda yaşadığı bombalarla ilgili iki anıdan bahseder:
Anı 1: "Bir gece, komşu evin bahçesine beş yüz kiloluk bir bomba düştü ama neyse ki patlamadı. Bütün sokak ahalisi parmaklarımızın ucuna basa basa uzaklaştık. Karartma yüzünden sokaklar zifiri karanlıktı, hepimizin elinde krepon kağıdıyla örtülmüş birer fener vardı. Sabaha evlerimizin yerinde olup olmayacağını bilmiyorduk."
Anı 2: "Bir başka sefer, bir yangın bombası, bir termit bombası evimizin arkasına düştü ve akkor haline gelerek korkunç bir ısıyla yandı. Babamın taşınır bir tulumbası vardı ve ağabeylerim ona kova kova su taşıyordu, ama su bu cehennem ateşi karşısında hiçbir işe yaramıyor, hatta alevleri daha da azdırıyordu. Su akkor halindeki metale değdiğinde korkunç bir tıslamaya ve püskürmeye yol açıyor, bu arada bomba kendi kaplamasını eriterek her yana erimiş metal fışkırtıyordu."
Oliver Sacks, Tungsten Dayı kitabını yayımladıktan birkaç ay sonra, kendisinden beş yaş büyük ağabeyi Michael ile bu bombalar hakkında konuşur. Michael ilk anlatılan bomba anısını doğrular:
"Tam da senin anlattığın gibi hatırlıyorum."
Ama ikinci bomba anısı konusunda şaşkınlığa uğrar:
"Sen o olayı hiç görmedin ki. Sen orada yoktun."
Oliver Sacks şaşırır, mahkemede doğru olduğuna yemin edebileceği ve gerçekliğinden hiç kuşku duymadığı bir anı hakkında abisi nasıl bunu söyleyebilir?
“Ne demek istiyorsun” diye karşı çıkar. “Her şey gözümün önüne geliyor, elinde tulumbasıyla babam, Marcus ve David kovalarla su taşıyorlar. Eğer orada olmasaydım gözümde bu kadar açık seçik canlandırabilir miydim?"
Sonra abisi gerçeği anlatınca ona hak veriyor. İkinci bomba olayı sırasında hem Michael hem de Oliver şehir dışındaki okullarındalar. Ağabeyleri David, bu olayı anlatan bir mektup gönderiyor. Bu canlı betimlemelerle dolu mektup Oliver'ın zihnini o kadar etkiliyor ki, zamanla kendi öznel anısına dönüşüyor.
Bunun üzerine Oliver Sacks, biri gerçek, diğeri sahte olan iki anısı arasındaki farkı bulmaya çalışıyor. Ama nafile; sahte olduğunu bilmesine rağmen o anı da en az diğeri kadar gerçek ve yoğun. Ancak yıllar sonra tuhaflığı anlıyor ve bunu sayfanın dipnotuna koyuyor:
"Biraz daha düşününce, ilk anımdaki sokak sahnesini hep aynı açıdan, 1940'taki halimle, yani korkmuş yedi yaşındaki bir çocuğun gözlerinden görürken, ikinci anımdaki bahçe sahnesini nasıl olup da farklı açılardan gözümde canlandırabildiğime çok şaşırıyorum."
Beyin, anılarımızı kamera gibi kayıt etmez. Aldığı yüzbinlerce bilgiyi kendi içinde bütünleştirir ve inşa eder. Gelen bilgilerin illa gözlerimiz aracılığıyla gelmesi de gerekmez; duyduklarımız, dokunduklarımız, kokladıklarımız, hatta rüyamızda görüklerimizden de "öznel anılar" yaratabilir.
Bugün, DNA kanıtlarının masumiyetlerini ispatladığı haksız yere hapse atılan kırk vakanın otuz altısında, yani %90'ında görgü tanıklarının yanlış teşhis koyduğunu biliyoruz. Muhtemelen bu insanlar bile isteye yalan söylemediler. Gerçekten öyle hatırladıklarından emindiler.
Ben de hatırladığım ilk anımın yaşandığı konusunda emin hissediyorum. Ama muhtemelen ya hiç yaşamadım, ya da beynim üzerinde bazı değişiklikler yaptı.
Oliver Sacks'ın dediği gibi, asıl mucize, bu tip bariz sapmalara ender rastlanılması ve anılarımızın çoğunlukla sağlam ve güvenilir olmasıdır.
Alıntılar
Oliver Sacks - Bilinç Nehri
Comments